Çengelköyü

Çengelköyü

Semt isimleri, sokak isimleri günümüzde değişikliğe uğramış, uğruyor. Bu değişiklikler sebebiyle zaman zaman tamlamalar bozuluyor, zaman zaman anlamsız tamlamalar yapılıyor. Topkapı(sı), Yeniköy(ü), Çengelköy(ü), Edirnekapı(sı) gibi…

Å?imdiki söylenişiyle çengele benzediği için bu adı almış olduğunu düşündüğümüz, bu güzel, şirin semtimizin adı nereden geliyor, tarihte ne gibi olaylara sahne olmuş gelin haftalardır kolilerde arayıp nihayetinde bulduğum “Boğaziçi’nde Tarih” kitabından, Sâmiha Ayverdi‘nin kaleminden okuyalım.

Çengelköy sahilinde gün batımı

Çengelköyü

Yazan:

Hey gidi günler hey… Çengeloğlu Tâhir Paşa… Kahraman, âlîcenap, cesur denizci… Gelip bu köye bir câmi yaptırmakla, Bizans’ın Protostikos ismini, Çengelköyü yapmış… derler.

Acaba gerçekten Tâhir Paşa’dan mı dolayı, semte Çengelköyü denmiş? Yoksa Evliyâ’nın dediği gibi, burada Bizans artığı çengeller bulunduğu için mi ya da bir başka rivâyete göre, Çengelçapa denen gemi çengelleri yapıldığından dolayı mı bu isim takılıp kalmıştır?

Öyle de olsa, böyle de olsa, Boğaz’ın bu şirin kasabası, Türk târihinin namlı kahramanı Tâhir Paşa’yı unutturmamalıdır.

Koca Çengeloğlu… Mısır’ı, Cezâyir’i karış karış gezmiş, deryâ kaptanı olmuş. Merkeze gelmiş Tophâne Müşîri olmuş, vâli olmuş, sadrâzam olmuş. Ama ne olsa, hangi mevkiye yükselse hep yiğit, hep cesur, hep mert kalmış görgülü, bilgili adam…

Hele Navarin muhârebesinde, düşmanla birleşip kara ve deniz ordularımızı hezîmete sürüklemeyi planlamış olan Mısır sergerdesi Mehmed Ali Paşa’nın oğlu İbrâhim Paşa ile boğuşurcasına mücâdelesi unutulur bir târih yaprağı mıdır?

Kara ve deniz kuvvetleri umûmî kumandanı olan İbrâhim Paşa’nın vatana ihânette babasından zerrece farkı yoktur. Bunu bilen Çengeloğlu Tâhir Paşa, gemilerin limandan çıkıp denize açılmaları için İbrâhim Paşa’yı îkaz eder, tazyik eder, tehdit eder, fakat kumanda köprüsünün bu gaddar ve nâmert idârecisine söz dinletemez ve böylece de tasarlanan sûikast yerini bularak Navarin baskını ile Türk denizciliği en ağır darbelerinden birini yer.

*

Kuleli Askeri Lisesi

1650 senesinin Boğaziçi’sinden bahseden Jean de Thévenot, dünyânın en güzel yerlerinden biri olarak kabul ettiği Boğaz ile sâhil boyunca sıralanmış binâ ve bahçelerden de söz ederken, bu mevkide gāyet güzel bir kule olduğunu da söyler.

Çengelköyü ile Vaniköy arasındaki bu kule bahçesi, Kānûnî Sultan Süleyman tarafından îmar edilmiş ve içine de kuleli bir saray yapılmıştır,

Evliyâ Çelebi’nin anlattığına göre bu sarayın her katında fıskiyeler ve müteaddit hücreler vardı.

Bu muhteşem sarayın yanında bir mescit, bostancı odaları ve köpekler için de bir seksonhâne mevcuttu.

Ama devir Üçüncü Sultan Ahmed zamânına gelinceye kadar Kānûnî Sultan Süleyman’ın kasrı harap olmuş bulunuyordu. Bir rivâyete göre Dâmad İbrâhim Paşa, bu sarayın taşlarını Kâğıthâne’ye naklettirerek kendi sarayının inşâsında kullanmıştır.

Kaymak Mustafa Paşa Mescidi

Yine zaman çarkı dönüp İkinci Sultan Mahmud’un devrini idrak eder olunca, pâdişah burada bir ahşap kışla yaptırmış, Kaymak Mustafa Paşa’nın yaptırmış olduğu mescidi de yenilemiştir.

Fakat Sultan Abdülmecid devrinde kışla yanmış, yerine yarım kârgir bir başka binâ yapılmış. Ne ki Kırım Harbi sırasında yaralı İngiliz askerlerine hastahâne olarak hazırlanan kışla yandığından, son defa 1860’da tam kârgir olarak yeniden yapılmıştır.

Câmileri, mektepleri, çeşmeleri ve bir de Kādirî Tekkesi olan Çengelköyü’nde Sadrâzam Hüsrev Paşa’nın başkavası Ahmed Ağa’nın da bir çeşmesi vardır.

Çeşme yaptıran, yaptırabilecek mâlî müsâadesi olan bir kavas… Bugünün imkânına da idrâkine de sığmayan bir keyfiyet…

Nasıl olur da bu millet: Ne imişiz ne olmuşuz demez?

*

Çengelköyü’nün târihî binâlarından biri de Köçeoğlu Agop’un, köyün en câzip en mûnis ve sevimli tepesindeki köşküydü. Arada bir Sultan Abdülmecid’in misâfir olduğu bu köşk, sonradan Sultan Abdülaziz’e geçmiş ve nihâyet Sultan Vahîdeddin, hemen bütün şehzâdelik hayâtını burada geçirmiştir.

Her köşesinde buram buram târih kokan, yığın yığın târihî hâtıralar bulunan Boğaziçi’nde, Kuleli Vak’ası, Sultan Abdülmecid devrinin mâhiyeti tamâmıyla aydınlanmamış iç meselelerinden biridir.

Hâdise, pâdişâhı öldürmek gāyesi etrâfında, Kuleli binâsında içtimâları yapılıp kararları alınarak örgüleşen bir ihtilâl teşebbüsüdür. Muvaffak olamayan bu hareketin suçlularının ise câhil ve ayak takımından kimseler olmayışı, aralarında Å?inâsî, Hüseyin Dâim ve Câfer Dem Paşalar ile Binbaşı Râsim Bey gibi seçkin şahıslarının bulunuşu tertîbin şuursuz ve ayak üstü hazırlanmış bir hareket olmadığını gösterir.

Devir o devirdi ki, devlet, İngiltere, Fransa, İtalya gibi müttefiklerin de iştirak ettiği Kırım Harbi’nden oldukça muvaffakiyetli çıkarak îtibârını arttırmıştı.

Dâhilde ise, bütün devlet müesseselerine şâmil bir ıslâhâtın gerçekleşmesi yolunda olanca kuvvet ve kudret kaynaklarını seferber eylemişti. Å?u halde ihtilâli îcap ettirecek gerçek sebep yok demekti.

Bir taraftan da, ihtilâl yapmak isteyen bu vatan evlâtlarının iyi niyetlerinden de şüphe edilmeyeceğine göre, buna, Türk târihinde milletler arası siyâsî ve iktisâdî cereyanların gāyelerine âlet olan gāfil münevverler çağının açılışı ve bu çağın ilk su yüzüne çıkmış hâdisesi denebilir.

*

Çengelköy Çınaraltı Kahvesi

Çengelköyü’nün bir başka târihî yalısının da üstünde bir an durmak gerekir:
İkinci Sultan Mahmud devrinde tutulan bir bostancıbaşı defterine göre, bir XVIII. asır binâsı olan Sâdullah Paşa Yalısı’nın temellerini attıran adamın, Koca Yusuf Paşa veya karısı Emine Hanım olduğu anlaşılıyor.

Koşan yılların ayaklarından kalkan toz bulutları arasında her yaratılmış görünmez olup kaybolurken, şu veya bu şahıs ya da şu veya bu mekân, aynı buyruğun pençesinden nasıl yakasını kurtarabilir?

İşte, unutulan ilk isimlerin yerine, yalı bu ilk sâhiplerin evlâtlarının ve torunlarının adıyla da bir zaman anılır oluyor ve hayli zaman Koca Yusuf Paşa’nın torunu Bağdat Vâlisi Hamdi Paşa’nın ismi, Çengelköyü’nde yıldız gibi parlamaya başlıyor. Ama günün birinde ne oluyorsa oluyor ve Hamdi Paşa, bir suçundan dolayı sürgüne gönderilince, yalının da kapıları örtülüp kepenkleri kapanıyor. Böylece de yıllar yılları kovaladıktan sonra yine günlerden bir gün paşa affa uğrayıp kapanan kapılar açılıyor, pencerelerin kepenkleri ardına dayanıyor ve paşa, affı şerefine hazırladığı bir meydan ziyâfetine, Boğaz’ın Anadolu yakasında münâdîler bağırtarak cümle âlemi dâvet edip bir meşale şenliği ve donanma yapıyor. Bağlara, bostanlara, bahçelere kurulan siniler, sazlar, sözler ve eğlenceler sürüp giderken Beşiktaş Sarayı’ndan da görünen bu aydınlığı yangın zanneden pâdişah, mâbeyincilerinden, bunun “aff-ı şâhâne” dolayısıyla Hamdi Paşa’nın tertiplediği bir şenlik olduğunu öğrenince, hükümdar, paşayı hem iltifat, hem de ihsanlarına garkediyor.

Fakat bu tertip eğlence, ziyâfet ve şenliklere aşırı ölçüde düşkün olan Hamdi Paşa nihâyet servetini tüketerek yalıyı satmaya mecbur oluyor. Bir sarrafa rehin edilen yalıyı Esat Muhlis Paşa alıyor, ondan da, seçkin bir devlet ve san’at adamı olan oğlu Sâdullah Paşa’ya intikal ediyor.

Bugün ise aynı yalı, memleketin fikir ve san’at değerlerinden Emel Esin Hanım’ın bilgili ve görgülü elinde bir ba’sü bâde’l- mevte kavuşmuş bulunuyor.

*

Boğaziçi'nde Tarih, Samiha Ayverdi

Masallara başlarken bir varmış, bir yokmuş demek âdettir.

Dinleyeceğiniz hikâyet ise ne hayaldir ne de masal… Bir yaşanmış hayat yaprağının ta kendisi…

Anlı şanlı bir hattat olan Mahmud Celâleddin Efendi’nin de evi Çengelköyü’ndedir. San’atkâr kendisi gibi bir nesih üstâdı olan karısı Esmâ İbret’i hem sever hem de hünerini takdir eyler.

Günlerden bir gün Ä°kinci Sultan Mahmud Celâleddin Efendi’den bir en’âm ister. Fakat san’atkârın hükümdârı memnun etmesi mümkün değildir. Yutkunur, üzülür ve çâresiz “Hazırda yok pâdişâhım…” demeye mecbur olur.

Hükümdar ses çıkarmaz, Mahmud Celâleddin Efendi de tasalı ve gamlı, evine döndüğü zaman hâdiseyi karısına anlatır.

Esmâ Ä°bret Hâtun, san’atkâr olduğu kadar da zekî ve dirâyetlidir. Hiç göz göre göre kocasını dertlendirir mi? “Üzülme, üzülme…” der, “Bende hazırlanmış bir en’âm-ı şerif var. Efendimize onu takdim edersin…”

Ertesi gün Esmâ İbret’in yazdığı en’âm-ı şerif hünkârın eline vardığı zaman, hükümdar, bu san’atkâr kadını kat kat ihsanlara garkederek taltif eder.

Kalıcı bağlantı

Related Posts

4 Responses to Çengelköyü
  • Melike

    Demek ki, tarihte kadın hattatlarımız da varmış… Bildiğim kadarıyla el değmemiş bir konu. İnceleyen var mıdır acaba?

  • Devletşah

    Değil mi? Aydın amcaya ve Muhittin hoca’ya sormalı…

  • esma

    çok beğendim

  • fatih

    Oradaki kırmızı küçük kuleli camii.. eşimle benim en çok sevdiğimiz elimizden geldiğince ziyaret ettiğimiz, gözbebeklerimizden biri olan camii..

Yorum yapın

YORUMU GÖNDER