Phuket Adası

Phuket Adası

Cuma günü hiç bitmeyeceğini sandığım toplantılardan çıkıp havalimanına doğru yol alırken aklımda tek bir konu vardı: jetlag. Uzun mesafe seyahat edenler bu kavramı oldukça yakından tanır. Gittiğiniz ülkenin saatine adapte olamama problemi diye açıklayabiliriz. Yaklaşık 9 saatlik uçuştan sonra varacağımız Bangkok, İstanbul’dan 5 saat ilerideydi ve ben grip bünyemle jetlage yakalanacağıma adım kadar emindim.

Havalimanında gezimizin sponsoru Türk Hava Yollarından Emel hanımla endişelerim hakkında sohbet ederken “hiç üzülmeyin Comfort Class işte bu durumlar için ideal… Göreceksiniz, sabah uykunuzu almış dinç bir şekilde güne başlayacaksınız” dedi. Uçuş başladıktan sonra bir miktar çevredeki yolcularla oyun oynayıp vakit geçirdim. Ne zaman koltuğumu yatırıp, derin uykulara daldım, hatırlamıyorum. Belli ki bu işleri benim yerime üstümü de örten sevgili eşim yapmış. İnişe geçmeden birşeyler yemek isteyip istemediğimi sormak için beni uyandıran hostese “gerçekten geldik mi” derken gözüme dışarıdaki pirinç tarlaları ilişti.

Monk

Yerel saat ile 09:30’da dünyanın en büyük, tek binalı terminali olan Bangkok Suvarnabhumi havalimanına indiğimizde uykumu almış, yeni güne hazırdım. Gezinin ilk kısmı olan Phuket adasına gidiş için 1 saatlik bir uçak yolculuğu daha yaptık. Tayland’ın sıcak havasını ilk kez Phuket’de soluduk. İstanbul’daki 6 derecelik havadan sonra 33 derece sıcaklık beni daha ilk nefeste inanın iliklerime kadar ısıttı.

Üzerimdekileri teker teker çıkartıp, ortma ayak uydurmaya çalışırken, Suvarnabhumi havalimanında üç kişilik ekibimize katılan THY Bangkok çalışanlarından Yahya gerekli ayarlamaları yapmakla meşguldü. Adının Yahya olduğuna bakmayın. Kendisi Taylandlı bir müslüman. Adı bu nedenle bize yabancı değil. Havalimanında elini uzatıp çok düzgün bir aksanla “hoşgeldiniz” dediğinde ofiste iyi çalıştırmışlar diye içimden geçirmedim desem yalan olur. Ardından su gibi Türkçesi ile anlattığı planı şaşkınlıktan dinlemediğimi itiraf etmeliyim. Konuşmasını “aklınıza takılan, istediğiniz birşey var mı” diyerek bitirdiğinde ağzımdan “Türkçe’yi nerede öğrendin”den başka birşey çıkmadı. Boğaziçi Uluslararası İlişkiler Bölümünü bitirdiğini, 5 sene İstanbul’da yaşadığını söyledi.

Babuns

Günün yarısını uçakta ve havaalanında geçirince insan hemen gezmeye başlamak istiyor. İlk olarak adayı tepeden görebileceğimiz bir noktaya çıkıyoruz. Arabanın kapısını açtığımızda bizi babunlar karşılıyor. Aralarında dolaşıp, etrafı seyrediyoruz. Birbirinden güzel orkideler her yeri sarmış durumda. Uzun uzun keyif yapıp, manzarının tadını çıkartırken, Yahya güneşin batışını seyretmek için başka bir yere gitmeyi teklif ediyor. Oraya vardığımızda doğru bir karar verdiğimizi anlıyoruz. Yüzlerce kişi güneşin batışını seyretmek için etrafa yayılmış. Az sonra bulutların arkasından çıkan güneş, etrafı hiç de alışık olmadığımız bir kızılla boyayarak gözden kayboluyor.

Sunset

İlgimiz batan güneşten çevremizde olup bitenlere yöneldiğinde geldiğimizden beri her yerde gördüğümüz sunaklardan bir tane daha görüyoruz. Akşam serinliğinde ibadet edenleri seyre dalıyoruz. Kimi çiçekler sunarken, kimi tütsü yakıyor, kimi içecekler ikram ederken kimi kandillere yağ dolduruyor. Herkes kendince ibadetini gerçekleştirip, yoluna devam ediyor.

Sunak

Etrafı saran kokular birden açlığımı hissedilir kılıyor. Eh adaya gelip deniz ürünü yemezsek olmaz değil mi? Şöförümüz bizi bir esnaf lokantasına götürüyor. Tıpkı Kenya’daki gibi. Bu defa Yahya olmasaydı kapısından girer miydik bilmiyorum. Önümüzdeki Taylandca menülere bakıp bakıp gülüyoruz. Yahya ilk sayfanın tercümesini bitirmişken garsonumuz kararımızı öğrenmek için geliyor. Ben ızgara balık istediğimi söylüyorum. O bana anlayamadığım balık isimleri sıralıyor. Kahkahayı basıyorum. En sonunda ben sizin için balığı seçerim diyerek başka isteğimiz olup olmadığını soruyor. Yahya ortaya Thai usulü bir çorba istiyor. Benim siparişini verdiğim balığın çok büyük olduğunu 40 dakikada pişeceğini öğrendiğimizde, hızlı pişen ne alabiliriz sorusunun cevabı ıstakoz oluyor. Başka bir sürprizin bizi beklediğinden habersiz peki diyoruz. Garsonumuz hadi buyrun ıstakoz seçmeye dediğinde, buzdolabına doğru gittiğimizi sanırken koca havuz dolusu ıstakoz görmek şaşırtıcı. Elimizi daldırıp beğendiğimizi almamızı istiyor. Bakıyor ki biz daldırıp alamayacağız, işaret ettiğimizi çıkartıp, elimize tutuşturuyor. Meğer ağırlığını kontrol etmemiz gerekiyormuş. Uygundur deyip iade ediyoruz. Neye göre uygundur, artık bilemeyeceğim. Varsa ıstakoz seçmekten anlayanız bana bir ara anlatsın. Sonraki ıstakoz macerama hazırlıklı olayım.

Lobster

Thai usulü Tom Yun Goong çorbamızı içerken, ıstakoz masaya teşrif ediyor. Afiyetle soslara batırıp yiyoruz. Ama hepimizin aklı 40 dakikada pişen dev balıkta. Bu arada deniz çekildiği için karaya oturan kayıklar yavaş yavaş yüzmeye başlıyorlar. İçi limonotu ve sarımsakla doldurulan her tarafı tuzla kaplı, levrekten azıcık büyük balığımız geldiğindeki ifademizi görmeliydiniz. Taylandlıların neden zayıf olduklarını anlamamızı sağlayan bu tecrübe gelecek yemeklerimizde bize büyük ders oluyor. Acilinden masadan kalkıp bir ıstakoz daha seçiyor, sonra bir balık siparişi daha veriyoruz.

Kahkahalar içinde lokantadan ayrıldığımızda saat oldukça ilerlemiş, Taylanddaki ilk günümüzü geride bırakmıştık bile. Ertesi gün daha çok yorulacağımızı bildiğimiz geziye hazırlanmak üzere odalarımıza çekildik.

Kalıcı bağlantı

Related Posts

18 Responses to Phuket Adası
Leave a comment to dilekce.blogspot.com

YORUMU GÖNDER