Sanal alemde yazıyorlar!

Sanal alemde yazıyorlar!

Bazen çok şanslı olduğumu düşünüyorum. Konularında fikrine güvenilen, çok başarılı arkadaşlarım var. Bu arkadaşlarım ayrıca yetenekliler de. Kimisi müzikte, kimisi yazmakta, kimisi fotoğrafçılıkta çok iyi. Kısacası benim gibi biraz ondan biraz bundan değil de yaptıklarının en iyisini yapma çabasındalar. Aslında ben büyürken bana “yaptığın işin en iyisi ol” dediler. Olamadım.

Ben paylaşmanın insanı geliştiren bir kavram olduğunu düşünürüm. Siz bir kelime söylersiniz, o bir kelime söyler ikiniz de birer kelime öğrenirsiniz. Artık üç-beş dakika önceki kişiler değilsinizdir, birer kelime fazlasınızdır.

dolmakalemler

İşte bu arkadaşlarım çok da mütevazıdırlar. Ne zaman bir yazılarını okusak, bir fotoğraflarını görsek “çok güzel olmuş” desek. “Yok canım…”, “O hoo bunun güzel olması için benim kırk fırın ekmek yemem lazım” gibi sözler sarf ederler.

Nihayet kendilerine sitemi kurduğumdan beri ne kadar çok şey öğrendiğimden bahsede ede, yazmadıkları için söylene söylene üç tanesinin daha kanına girebildim.

Fulya Bayraktar, Görünmez Kentler, Filozof Å?irin

Bu bloglarda birbirinden güzel denemeler, hatıralar ve şiirler okuyacaksınız. Daha yolun başındalar. Eminim ki sanal alemle paylaşmaya alıştıklarında biz onların onlar da bizim müptelamız olacak.

Artık onlar da sanal alemde yazıyor. Darısı ikna etmeyi başaramadıklarımın başına.

Linkler
Kalıcı bağlantı

Related Posts

4 Responses to Sanal alemde yazıyorlar!
  • fulya

    Yaptığın işin en iyisi olmaktan bahsediyorsun ya; paylaşmak bence yapılabilecek en iyi iş ve sen bu işin en iyisisin!

  • cocuklacocuk

    biz senin yaptıgın işin en iyilerinden olduğunu düşünüyoruz. Hep böyle kal.

  • Gorunmez Kentler

    Devletsahcigim,

    Herkes senin kadar destekleyici, teşvik edici ve paylaşmayı seven bir yapıda olsa… Dünya cennet olmaz mıydı?

    Çok teşekkürler desteğin için…

  • Serdar YEÅ?Ä°LYURT

    Affınıza sığınıyorum!

    “Dünya cennet olmazmıydı..?”

    Dünya sadece “cennet” olsaydı, onun “cennet” olduğunu nasıl idrak edebilecektik? Siyahı siyah yapan beyaz değilmidir? Karanlığı tarif ederken, ışıktan yola çıkmazmıyız? Sıcağı yaşarken, onun sıcak olduğunu bize bildiren, soğukluk olgusu değilmidir?

    Pekii.. Neden cehennemi dışlarız hep? Neden geceye lanet okuruz? Neden dünya sadece “cennet” olsun deriz? Bunların aksinin olmadığı bir mekanı, nasıl tahayyül edebiliyoruz? Bir resim tablosundan, siyahı, griyi, laciverti çıkardığınızda, tablo ne kadar gerçekçi olur? Ve ne kadar “bir bütün” olur? Niçin hayatı tüm renkleri ve halleriyle kabul edemiyoruz da içinden sadece -cımbızla çekerek- güzel diye nitelendirdiklerimizi baz alıyoruz?

    Sevgiliden bahsederiz. Canandan, yarenden.. Aşık olduğumuzu ve beğendiğimizi sandığımızı insandan! Pekii, ne kadar benimseriz onu? Ne kadar kabulleniriz? Sadece gamzesi, can alıcı gözleri ve insanın içini ısıtan tebessümünümü “değer” ölçüsü olarak kabul ediyoruz? Peki ya onun “kötü” diye tabir ettiğimiz huyları? Ne kadar benimsiyoruz bir bütün olarak sevgilimizi ve ne kadar tahammül edebiliyoruz, ne kadar taşıyabiliyoruz onu sırtımızda?

    Neden herşeyi kendimizce yontmaya ve sadece kendi iç dünyamıza göre şekillendirmeye çalışırız? Değerleri değer kılan, bünyelerinde taşıdıkları tezatlıkları değilmidir?

    Günah olmasa, sevabı neye göre değerlendireceğiz?
    Ölüm olmasa, yaşamak, neye göre “yaşamak” olacaktı?

    Hayat, zıtlıklardan vücut bulmuş bir “denge” değilmidir??

    Sorgulamamı mazur görün lütfen! Kendimce soruyor, kendimce cevap arıyorum da..

    Sevgi, hürmet ve saygılarımla..

    Serdar YEÅ?Ä°LYURT

Yorum yapın

YORUMU GÖNDER