Tarih kokan kent: Edirne

Tarih kokan kent: Edirne

Tarih kokan kent: Edirne

Cuma akşamı eşimle yarın ne yapsak diye konuşurken, Edirne’ye gitme fikri çıktı. Hem yorgunluktan hem de havanın bunaltıcı etkisinden olsa gerek ikimiz de pek isteksizdik. Nihayetinde ‘sabah olsun bakarız’ diyerek sohbetimizi sonlandırdık.

Sabahın erken, günün en serin saatinde uyandığımızda aynı anda birbirimize ‘gidiyor muyuz?’ dedik. Güzel bir kahvaltının ardından bütün fotoğraf ekipmanlarımız ve Edirne ile ilgili 3-5 sayfalık bilgi bulunduran kitabımızla yoldaydık.

Mahmutbey kavşağından paralı otoyola girip, hiç durmadan 2,5 saatte Edirne’ye vardık. Son 60 – 70 km’de benzinimizin bitme noktasına gelmesi günün en heyecanlı dakikalarıydı. Edirne girişindeki ilk benzinciye kendimizi attığımızda arabada 1 metre daha gidecek yakıt kalmamıştı.

Kazasız belasız şehre girdiğimizde Selimiye bütün ihtişamı ile bizi karşıladı. Her noktadan görülebilen o etkileyici mimarisi ile Edirne’de kaybolmak Selimiye var oldukça mümkün değil.

Arabamızı park ettikten sonra meydandaki turizm ofisine yollandık. İçeriye girdiğimizde Beypazarı’ndaki gibi birçok restoranın broşürü ile karşılacağımızı sanıyorduk. Yanılmışız. Edirne ve Edirne’deki eserler hakkında birçok broşürü, haritayı alıp en yakınımızdaki Üç Şerefeli Camiye doğru yollandık.

Üç Şerefeli Cami şehirdeki en eski 3. Cami. Birbirinden güzel ve birbirinden farklı 4 minaresi ile dikkat çekiyor. Bence dikkat çeken diğer bir husus da caminin bir kısmının oradaki askeri tesislerin içinde olması.

Edirne Ciğeri

Caminin tam karşısındaki Makedonya saat kulesini ve Sokollu hamamını dışarıdan gördükten sonra karnımızın iyice acıktığını fark ettik. Kahvaltı esnasında internette yaptığım araştırmada gazetelerin birçoğunun Niyazi Usta’dan bahsettiğini okumuştum. Ali Paşa çarşısının orta kapısından çıkar çıkmaz Niyazi Usta’nın meşhur ciğercisinin önünde bulduk kendimizi. Girip birer porsiyon meşhur Edirne ciğeri, yanına da adaba uygun olarak cacık söyledik. Ciğerlerimizi beklerken soframız acı biberler, beyaz soğan ve söğüş domates ile donatıldı. Bir iki dakika geçmeden de ciğerlerimiz geldi. Rahatlıkla, yediğim en lezzetli ciğerdi diyebilirim.

Hem öğle sıcağının geçmesini beklemek, hem de sonraki adımlarımızı planlamak için yemeğimizi uzun tuttuk. Cacığın verdiği serinliğin tadını doya doya çıkarttık. Turist ofisinden aldığımız haritada bulunduğumuz bölgede bir çok tarihi Edirne evinin bulunduğunu görünce sokak aralarında dolaşıp, bu Edirnekari işi ile süslenmiş evleri görmeye karar verdik.

En basit şekilde Edirnekari’ye, ahşap, deri gibi malzemelerin üzerine kendine has bir üslupla yapılan bir boyama biçimi denilebilir. Kitap ciltlerinde, ev ve cami süslemelerinde, çeyiz sandıklarında ve hatta mezar taşlarında bile görülebilir.

Evlerin, çarşıların, tarihin içinde kaybolup, sokaklarda, güneşin o ateş gibi olduğu saatlerde uzun dakikalar geçirdik. Biraz serinlik ararken kendimizi başladığımız noktada, Üç Şerefeli Caminin karşısında, Eski Caminin yanında bulduk. Edirne’nin en eski camisi duvarındaki kalemişleri ve buz gibi mermerleriyle etkileyiciydi.

Selimiye

Nihayet çevresini tavaf ettiğimiz, gezdiğimiz her yerden gördüğümüz, Selimiye’ye girmek için yolun karşısına geçtik. Kandil olması nedeniyle kalabalık olacağını düşündüğümüz Selimiye zannettiğimizden tenhaydı. Selimiye’nin masraflarını çıkartmak için kurulan Arasta Çarşısı’nın içinden geçip önce Caminin avlusuna sonra da içine girdik.

Mimar Sinan’ın 80 yaşında inşa ettiği, ustalık eserim dediği 32 metre çapındaki kubbesi ile Selimiye bize huzurlu bir atmosfer sundu. Camiden çıkar çıkmaz arka tarafta kurulan, İslam Eserleri Müzesine gittik. Orada seyrettiğimiz filmde öğrendiklerimiz çok şaşırtıcıydı. O daracık minarelerin içinde labirentler olduğunu duymak, o dönemin teknolojisi düşünülünce iyice etkileyiciydi. Labirent dediğime bakmayın, sadece şerefelere çıkan merdivenlerden bahsediyorum. Her bir şerefeye ayrı merdivenlerden çıkıldığını, üç farklı kişinin birbirini hiç görmeden üçüncü şerefeye üç ayrı yoldan çıkabileceklerinden bahsediyorum.

Selimiye’den Sinan’ın dehasına hayran olmuş şekilde ayrılırken, Arasta Çarşısı’ndan Edirne’ye has meyve sabunlarından ve Keçecizade’nin meşhur badem ezmelerinden almayı unutmadık.

Yunanistan ve Bulgaristan ile aramızdaki sınırı belirleyen Meriç ve Tunca nehirlerini görmeden dönmek olmazdı. Kısacık bir yolculukla nehirlerin olduğu bölgeye geldik. Nehir boyunca biraz gidelim bakalım neler göreceğiz derken, elimizdeki kitapçıktan eskiden gar olan şimdilerde ise Trakya Üniversitesi rektörlüğü olarak kullanılan binayı ve bahçesindeki Lozan anıtını görebileceğimizi öğrendik. Ben ilgili satırları okumayı bitirmeden varmıştık bile.

Kısacık bir turdan sonra, Meriç kıyısındaki çay bahçelerine döndük. Bir yandan dondurmalarımızı yerken bir yandan da elimizdeki broşürlere göz gezdirmeye devam ettik. Broşürlerden birisinde Meriç ile Tunca arasında bir ada olduğunu, bu adada sabah erken saatte bülbüllerin şakıdığını okuyunca, hiç bülbül sesi duymadığımı fark ettim. Bir gün onları dinlemek için doğru mevsimde ve geceden gelmeye karar verdik.

Kırkpınar Güreşleri

Sıcaktan o kadar yorulmuştuk ki –arabanın derecesi 43,5 gösteriyordu- arabamızın klimalı ortamında evimize dönmeye karar verdiğimiz sırada gördüğümüz bir tabela bizi yoldan çıkarttı. 647. Kırkpınar Güreşlerine Hoşgeldiniz yazıyordu. Tabela temmuz ayındaki güreşlerden kalmaydı. Biz sadece çevreye göz atmak için içeriye girdik. Bu arada broşürde okuduğumuz Adalet Kasrı da önümüze dikiliverdi.

Divan-ı Hümayun toplantılarının yapıldığı Adalet Kasrı’nın arkalarına doğru ilerlediğimizde II. Murat tarafından yapımına başlanılan, Fatih tarafından tamamlanan Yeni Saray’ın kalıntılarını gördük. Kalıntı dediğim şey, yıkık dökük bir bina ve yüzlerce taştan ibaret. Hem Fatih’in torunuyuz deyip, hem de onun eserlerine sahip çıkmamak düşündürücü.

Yeni Sarayın oradaki başka bir tabela ise bizi tamamıyle rotamızdan çıkarttı. Evden çıkarken yanımıza aldığımız kitapta da bahsedilen, önemli bir tıp müzesi vardı Edirne’de. Şehrin biraz dışında olduğu için vaktimiz kalırsa gideriz dediğimiz müzenin yamacına kadar gelmiştik.

II. Bayezid tarafından yaptırılan külliye ilk günlerinden itibaren halka sağlık dağıtılmak üzere şifahane içeriyormuş. Bina aynı zamanda Darüşşifa Medresesi yani tıp okuludur. Mermer işçiliği ile meşhur cami restorasyonda olduğu için malesef gezemedik. 2004’te Avrupa’da yılın müzesi seçilen ve ücretli olan kısmına beş dakikada gezer yola çıkarız düşüncesi ile girdik. 1,5 saat sonra çıktığımızda ecdadımıza olan saygımız daha da artmıştı.

Su ve müzik ile psikiyatrik tedavilerin yapıldığı, hastalığa göre diyet yemeklerin hazırlandığı bölümleri görmek inanılmazdı. Balmumundan heykellerle eski zamanlar gözlerimizin önünde canlandı. Bağışlarla toplanılan eski tıp malzemeleri sağlığımızın kıymetini bildirecek, iyi ki bu zamanda yaşıyoruz dedirtecek cinstendi.

Gezimizin iyi ki gelmişiz dedirten kısmını bitirdiğimizde akşam ışığı şehri daha fotojenik kılmıştı. Bu nedenle şehire geri dönüp, bir kaç fotoğraf daha çekmeye ve yine internette okuduğum meşhur köftelerden yemeğe karar verdik. Selimiye’nin karşısında yer alan bütün garsonları bayan olan Çınaraltı’nda köftelerimizi yerken, Edirne’nin peynirinin de meşhur olduğunu hatırladık. Garsonlardan birisine nereden peynir alabileceğimizi sorduk. Sivrikaya diye bir peynirciyi tavsiye ettiler.

Peynirciye gittiğimde çok hoş bir bayan ve bir beyefendi beni karşıladılar. Ben peynirlerin tadına bakarken onlar bana fotoğraf makinam nedeniyle sorular sormaya başladılar. Bir baktım ki biz koyu bir sohbete dalmışız. Yemeğe doyamadığımız, nefis bir peynir, taze köy yumurtası ve börekler için harika bir lor alıp yola koyulduk.

Edirne seyahatimiz, ay tutulmasına doğru yaptığımız gece yolculuğu ile sonlandı.

*Diğer fotoğraflar yakında burada…

Kalıcı bağlantı

Related Posts

18 Responses to Tarih kokan kent: Edirne
  • Haluk Karahan

    E elinize dilinize sağlık. Allah klavyenize zeval vermeye. Gitmiş kadar olduk sanırım…

  • MugeCeman

    Sevgili Devletşah;
    Yine ne kadar güzel bir gezi yazısı yazmışsın. Yıllar önce bir kış günü iş için gidip hayran kaldığım, ama soğuk nedeniyle yeterince gezip göremediğim Edirne ve çevresini ilk fırsatta yeniden görme isteği verdin bana. Eline yüreğine sağlık.
    Sevgiyle kal…

  • Hilal

    Hımmm, memleketim memleketim…Bi daha gidersen, balık pazarındaki Kervan pastanesinin acıbadem kurabiyelerini unutma. Gücenirler:)

  • Devletşah

    Hilalciğim;

    Babanın Tıp müzesine bağışladıklarını görünce kulaklarını çınlattık..

  • sahika

    biz de tam edirne’ye gitme planları yapıyorduk :)) tavsiyelerine uyacağız:)

  • sermet

    kececizade den badem ezmesi ve/veya cifte kavrulmus findikli lokumlari ve roma pastanesinden de dondurma (profiterol ustune de olabilir) yemeyi kesinlikle denemeliydiniz…
    ah ah ozledim memleketimi…
    el memleketleden hatirlattiniz bu guzel yazinizla…

  • safiyeb

    Edirne’ ye gideceklere bir tavsiye de benden olsun.
    Balkan Savaşı sırasında Edirne’ nin müdafaasında büyük kahramanlık göstermiş olan Şükrü Paşa Anıtı’ nı görmenizi öneririm. Anıt, şehre tepeden bakan bir yerde ve savaş sırasında kullanılan mevziler müzeye dönüştürülmüş durumda. Gezerken bütün öğrencilerin buraya getirilip Balkan Savaşı’ nı burda öğrenmeleri gerektiğini düşünüyorsunuz. Gidecek olanların özellikle, askerlerin günlük yemek listelerine dikkatle bakmalarını rica ediyorum.

  • DİLEK

    O kadar duygulandırdınız ki beni..
    Gözyaşlarımın akışına engel olamıyorken biryandan da yazılarınızı okuyorumda ÇOOOK ÖZLEMİŞİM EDİRNE Mİ gerçekten burnumda tütüyor. ahhh GURBET VE ÖZLEM …….
    Ellerinize.yüreğinize sağlık

  • seda

    merhaba sitenizi takip ediyorum tariflerinizide deniyorum olumlu sonuçlar almak hoşuma gidio bende aslen edirneliyim ama bir kez selimiye camiisini gezme fırsatı bulabildim.Hatta geçen ay keşandaydım:)kendinize ii bakın

  • mehmet demirci

    Sevgili Devletşah
    Edirne’yi güzel anlatmışsın, teşekkürler.
    Sırf “Bir dahaki gidişinizde badem ezmesini unutma!” demek için bu satırları yazmaya karar vermiştim. Ama benden önce yeterince hatırlatan olmuş.
    FOTOĞRFALARI DÖRT GÖZLE BEKLİYORUM.
    Selam.

  • Devletşah

    Mehmet amca;

    Badem ezmesi almaz olur muyum.. 13. paragrafta marka ismi bile vererek bademezmesinden bahsediyorum.

    Fotoğraflar umarım haftaya yayında olacak.

  • mehmet demirci

    Devletşah,
    Çok afedersin.
    Yazının güzelliği beni fazla etkilediğinden o bölümleri hızlı geçmişim.
    İkinci okuyuşumda badem ezmesini ve markasını gördüm, mahcub oldum, dönüp baktım benim mesaj aynıyla çıkmış.
    Sitenizin açılışı insanı bıktıracak yavaşsa da gönderilen mesaj maşaallah anında yayına konuyor.
    Kimbilir, belki de “badem ezmesi”ni tadamadığımız için bu zühul vaki oldu.
    Selam.

  • gözde sağıroğlu

    bir edirneli olarak söylemeliyimki muhteşem yorumlamışsın bidahiki sefere sabah erken saatte yola çıkıp yeşil serada kahvaltı etmenizi tavsiye ederim….

  • Ecegül

    Edirne deyince görülecek,anlatılacak o kadar çok şey var ki,kısa bir gezide görülenler bile insanı sonsuz keyiflendiriyor değil mi?Edirne’ye bir daha, bir daha gitmek isteği doğuyor insanda. Canım Edirne, herkesin görmesi gereken bir şehir.Umarım sizin de tekrar tekrar gitme fırsatınız olur.Hilal Hanım’ın bahsettiği Kervan ‘ın Acıbadem Kurabiyelerini tatmayı ve süpürge biçimindeki duvar süslerinden almayı unutmayın derim.

  • Arzu Karakaya Kerküklü

    Devletşah merhaba,
    6 yılını Edirne’de tıp fakültesi okuyarak geçiren ben,yazının ortalarına geldiğimde şehirden ayrılacağınız bölümünü okurken ”Eyvaah” dedim ”Devletşah Bayezid Külliyesi’ni görmeden nasıl gider? ” :))

    Eh tamam köfteler de yenmiş,peynirler,badem ezmeleri de alınmış. Ciğer konusunda -maalesef sakatat yemeyen biriyim- birşey diyemeyeceğim ama yiyenler gerçekten Edirne’de bir başka güzel olduğunu söyler.

    Sevgiler…

  • nesrin

    Bende Şükrü paşa anıtını görün diyecektim.
    Bir dahaki bülbül sesi için gittiğinizde lütfen gidin.
    askerlerimizin atalarımızın şekersiz hoşaflarla nasıl öğün geçirdikleri benide çok etkilemişti. safiyeb adlı arkadaşta bahsetmiş gerçi.

    birde meydanda kargalar gökyüzünü kapatmışlardı bizim gittiğimizde çok ilginçti..

    güzel bir anlatımdı yine gitmiş gibi oldum teşekkürlerr….

  • gonulden

    Memleketim burnumda tüttü şimdi, çok zaman oldu gidemeyeli, ama her zaman her gidene ciğer yemesini, peynir stoklamasını bademezmesi almasını tavsiye ediyorum. ciğeri, ciğerciler çarşısından, bademezmesini balıkpazarındaki şekerciden alabilirsiniz. memnun kalacaksınız.

  • Serkan Ayvaz

    Çok hoş bir yazı, anlatımınız da harika gerçekten. Edirne’ye gelip oraları gezmek isterdim. Ama daha fırsat olmadı, belki gelecekte bir gün.

Yorum yapın

YORUMU GÖNDER